Aşk Belki de Bir Adadır
Dağları deldiren aşk; ağaçlara kalplerini kazıyan sevdalılara doğan ve batan güneşi, ayın her halini, ormanları, çağlayan ırmakları, yeşili sevdirir her şeyden önce.
Beton çöllerinde büyümüş çocuklar bile sevdalara serpilmek için doğayı ararlar. İlk aşk, daima bir ağacın altını, daima kadim olanın tanıklığını gereksinir.
Çünkü ikinci doğum, yeniden doğuştur, aşk. Ve yeniden doğabilen her şey; güneşi, ayı, çiçeği, böceği ve baharlarıyla dünyadır, can verip can alan toprağın devinimidir ancak.
Aşkı ayıplayan ve yasaklayanların doğayı reddetmeleri, yeşilin kimseden izin almayan özgürlüğünü köklemek, bağımsızlığını kurutmak hırsları, bundandır. Aşka duydukları kindir, ağaçlara duydukları kin. Gövdelerinin altında aşklar yeşermesin diye keserler ağaçları. Yeşillendirmekten sadece çimlemeyi anlar, en fazla gölge yapmayan çiçekler diker, zaten çimi, çiçeği görünce de akıllarına mangal yakıp et yemek gelir!
***
İlk aşk yeşili gereksinir ya, olgun aşkların ölçüsü de enginlerin maviliğidir.
Mutluluk kumarını ilk hamlede kazanamayıp zar atmayı sürdürenler için sevda ölçüsü ve tanığı, denizlerdir. Yaş ilerledikçe ufuk genişlemese bile sonsuzluk duygusuna ihtiyaç vardır ya, işte o yüzden denize göre betimlenir ikincil sevdalar. Çırpıntılı ya da fırtınalı, denizlere atılır ikincil aşkların zarı.
Yeniden aşkın mavi enginliğinde, kimi okyanuslara açılan gemilere binip gitmek ister, kimi güvenli limanlara bağlamak palamarı.
Ama olgun aşk, belki de denizin ortasında, dalgaların kimi zaman tatlı tatlı okşayıp kimi zaman hoyratça ırgaladığı bir adadır.
Marmara Adası’dır, belki de!
Zevksiz, ufuksuz, cahil ve ceberut bir çıkar çetesinin, dünyanın en sıra dışı kentini en sıradana dönüştürmeyi başardıkları limandan; betona boğup, bağrına hançer gibi sapladıkları gökdelenlerle geberttikleri toprağı artık leş ve lağım kokan İstanbul’dan, çözersiniz palamarı.
***
Açılırsınız o boğulduğu için boğucu narin coğrafyaya adını veren Marmara Denizi’ne. Bu muhteşem iç deniz, elbette toprağın kiriyle helak olmuştur ama tamamı değil. Yol üç saat sürer. Deniz otobüsünde kapalı kalmak sıkıcı, koltukları rahatsızdır ama takarsınız kulaklığınızı, Selva Erdener’in(*) billur sesi yıkar sınırları, Federico Garcia Lorca’nın dizeleriyle alır götürür sizi sınırsız ufuklara: “Nereye aşkım/Hayatım aşkım/Almışsın rüzgârı/Almışsın bir bardağa/Denizi camdan bir çanağa...”
Ve varılır adaya.
Marmara Adası, adını özünü oluşturan mermerden almış, Türkiye’nin Gökçeada’dan sonraki ikinci büyük adasıdır. Ama Türkiye’yi talan ve tarumar eden zevksiz rantçılığın kısmen dışında kalmış, Rumların kurdukları ve yaşadıkları her yere armağan ettikleri uygarlık izlerinin henüz tümüyle silinmediği bir yaşam alanı, hatta yaşam biçimidir.
Adada, zaman durmuş gibidir. Bodrum’un 1970’lerdeki güzelliği, sadeliği ve masumiyetini bulabilirsiniz, doğasında, insanlarında. Zevksiz ve gereksiz lükse, toplumsal kabalığa, çevre kirliliğine henüz teslim olmamıştır.
Karaya ayak basar basmaz, ilk iş Birol Restoran’ın deniz üstüne attığı masalara yayılır, Marmara Adası’nın adını verdiği denizde tükendiğini sandığınız tarakları, tertemiz sulardan çıkarılmış midyeleri ve yengeçleri keşfedersiniz.
***
Gündüzleri, çam ağaçlarının denize indiği koyları, geleneksel Marmara kayığı, Karadayı teknesiyle dolaşabilirsiniz. Manastır Koyu’nda denize girerseniz, “Sevim Teyzemin Yeri”nde Hakkı Bey, size nefis eşkinalar, deniztarakları yedirir. Akşamları, Mestanağa Koyu’ndaki Keresya (Kirazlık, demekmiş...) Lokantası’nda Hasan Abi’nin yaptığı mezeler eşliğinde, mehtabı seyrederek demlenebilir, ay ışığında yüzebilirsiniz. Ama bir öğle ya da akşam, Aba Koyu’ndaki Pehlivan Lokantası’na mutlaka gitmeli, Nurdan Hanım’ın midyeli pilavını, patlıcan dilimleri üstünde erittiği peynirleri tatmalısınız...
Gecenizi, adanın diskoteği Prokonnesos’a uğramadan bitirmemelisiniz! Bu diskoteğin özelliği, çoluk çocuk ailecek, hatta pusette bebelerle gidilmesi ve sahibi Seyfettin Karataş’ın polisiye romanlara taş çıkartan hayatıdır.
Marmara Adası, Yeşilçam filmlerinde kalan masum ve bakir Türkiye’nin; görgülü özgürlüğün, içten dostluğun, komşuluğun ve insancıl değerlerin müzesi, bir saklı cennet!
(*) Selva Erdener ve Turkuvaz Beşlisi “Nereye Aşkım”/Kalan Müzik Yapım, 2013
MİNE G. KIRIKKANAT.........
Bu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSilAşka gelmişsin kesin :) aşk aşk aşk
YanıtlaSilAşk belki de bir armuttur. Ayının biri yedi ve bitti. :)
YanıtlaSil